Hiçin Kıyısında...

Hiçin Kıyısında...

Metropolün cenderesinde yıllarca sıkışıp kalmış mutantsı insanın, artık özdeyiş haline gelmiş kaçış hayalinin dayanağıdır, "emekli olunca bir Ege sahil kasabasına yerleşip, deniz kıyısında balık tutacam..." klişesi... 

O ne engin bir özlemdir ki, ulaşana dek dahi, güneş kadar sıcak bir yaşam enerjisi verir insana... Ulaşınca ise, bir müddet sonra bağışıklık kazanıp, kaynar gider, karışır köpüklere... Kentsoylu! halkımızda, güneye inişler, doğayla bütünleşik kırsallaşmacalar becerilemezse, kuzeye çıkışlara dönüşebilir...

Gelgelelim, o balık bir türlü yakalanmaz, o deniz kıyısı bir türlü hayaldeki yer olmaz, konuyla özdeş o sanal Ege kasabasının ayarı, gidilip yerleşilene kadar, tüketilmiş metropol profilinin arka bahçesi oluvermiştir belki de. Doludan kaçmışsınızdır ama, hayat hala arayış doludur... 

Kıyıdan sallanan o oltaya balık yerine bir acılı dürüm takılıverir bakarsınız. Kültür küllenmiş, küllerinden doğmayı beklemektedir. Mika hayatlar plastik kovalara o denli tıka basa doldurulmuşlardır ki, metropoldeki özünüzle hala aynı havayı soluduğunuzu anladığınızda kendinizi şartlanılmış bir vazifeyi ifa eder gibi hissedersiniz, o ulaşılamamış özlem yüklü hayatın kıyısında bile...

Yanınızda bir hobinizi, bir meşgalenizi getirmemişseniz, ya da henüz pastel renklerde dostlar edinmemişseniz, cart renkler kasıyorsa sizi, yapacağınız en faydalı aktivite, gözlem yapmak, yerel adetleri öğrenmek, köy kahvelerinde çay içmek, balıkçılarla sahici hayatlara ağ atmak olabilir. Bu muhabbetin keyfine, en lüks plajın en müdavim florasan rengiyle asla ulaşamazsınız...

Siyasi kurumların kırsal cücüklerine, hele hele sivil toplumcuk oluşumlarına aman kapılmayın. Oralarda boşluktan ötürü, boş muhabbetlerle ya ülke kurtarılır, ya da ahkamlar baskın olma yarışına çıkarlar... Veya, maskeli tüzel kişiliklerce, ticari kıvamda pompalanan kişisel gelişim gazları salınır üstünüze... Ki bunlar oraya yerleşmenizdeki kutsal amacınızın içinde gizlenen doğal kalabilme güdünüzü törpüleyecek negatif unsurlardır, göçme amacınıza terstir...

Onca yaşanmış ceremeden sonra, bir nevi gençlik tahayyülünüz olan dingin Nepal modunu yakalamaya çalışırken, şakra açmaya şartlanmış açlığınızı doyurmaya hevesli nice çökelek çöreklenip çökebilir yamacınıza... 

Oysa siz, hayatı en keskin dişli çarklar arasında aparetif kıvamında içmiş bitirmiş ve çoktan oturmuşsunuzdur oraların yaşam parçası olan kalender çilingir sofrasına... Mezeniz sadece samimiyettir, doğallıktır, sahiciliktir...

Hayatı içmek için gereken, ne kadehtir, ne oltadır, ne de sığınılası bir kıyıdır... Oraların formatı sıradan olabilme yetisidir, hatta hiç olabilme becerisidir...