Binalar Yıkıldı, Umutlarımız Yıkılmasın!

Ayhan Ongun Yazdı; 'Binalar Yıkıldı, Umutlarımız Yıkılmasın!'

Binalar Yıkıldı, Umutlarımız Yıkılmasın!

İzmir’de meydana gelen, hepimizi üzen depremde bir mucize gerçekleşti. Ayda Bebek arama kurtarma ekiplerince göçük altından sağ olarak çıkarıldı.

Üzerinden 4 koca gün geçmesine karşın umutla enkaz başında bekleyen insanların ruh halini düşünebiliyor musunuz?

İnsanların ölümü kimseye yakıştıramadığı bir gerçek.

Hele de böyle bir doğal afet sonucunda yakınlarını, sevdiklerini yitiren kişilerin bu durumu kabullenebilmesi gerçekten çok zor.

Bu olayla ilgili ulusal medyada neredeyse 24 saat canlı naklen deprem yayını yapılıyor.

Yetkililer konuşuyor, uzmanlar bilgi paylaşıyor, yöneticiler açıklamalar yapıyor.

Sizleri bilmem ama hiçbiri beni tatmin etmiyor.

Depremin şiddeti konusunda bile ortak bir görüşe varamayan yöneticilerin söyledikleri artık kimseye inandırıcı gelmediği gibi hala bu felaket üzerinden siyasi rant devşirmeye çalışanların olması işin en trajik yanı.

Her zaman olduğu gibi, üç-beş gün daha aynı sıklıkta yayınlar, açıklamalar yapılır.

Bir süre sonra deprem haberleri manşetten alt sıralara ya da ikinci sayfaya düşer ve sonuçta “bir zaman İzmir’de şiddetli bir deprem olmuştu” şeklinde hafızalarımızın arka tarafına atılır.

Onlarca evin yıkıldığı, yüzün üzerinde vatandaşın yaşamını yitirdiği, binlerce insanın evsiz kalmasına neden olan bu felaketin ne suçlusu, ne de sorumlusu bulunamadan bu dosya da diğer afetlerde olduğu gibi kapatılacak.

Kuşkusuz intikam almak değil amacımız ama hiç değilse ders alamaz mıyız?

Gelişen teknolojiye rağmen, herkes tarafından bilinen fay hatlarının üzerine kentleri, binaları yaparsanız, sonunda doğa da bu haksızlığa günün birinde isyan ediyor.

Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu; yıkılan binalara rağmen hala diri tutmaya çalıştığımız, her felaket sonrası yeniden yeşerttiğimiz umutlarımız.

Çünkü asıl felaket umutlarımız, hayallerimiz yıkıldığı zaman başlar.

İzmir depremi bir kez daha gösterdi ki; bu halk iyi gün nasıl olur bilmediğinden belki, kötü günde yardımlaşmayı, paylaşmayı iyi biliyor.

Özellikle de İzmir halkının, esnafının müthiş dayanışması geleceğe ilişkin umutlarımızı yeniden tazeledi.

Arama kurtarma ekipleri ve sağlık çalışanları inanılmaz bir mücadele verdiler.

Yurdun dört bir yanından yerel yönetimlerin, Sivil Toplum Kuruluşlarının, kişi ve kurumların verdiği destek her türlü takdiri hak ediyor.

Bir anlamda devletin eksiğini, halk tamamlıyor.

Şimdi gelinen noktada uzmanlar çözüm önerilerini açıklıyorlar.

Siyasiler yine o bildik polemiklerine devam ediyorlar.

Ve bizler felaketler üzerimize geldikçe örgütlenmenin dayanışmanın ne kadar önemli olduğunun ayrımına varıyoruz.

Küresel bir salgınla boğuşurken gelen bu felaket ne ilk ne de son olacak.

Önemli olan gerekli önlem ve yasal düzenlemelerin bir an önce hayata geçirilmesi için acil adımların atılması.

Bahaneler üretmekten, gündem değiştirerek sorunların üzerini örtmekten gerçek görevlerini yapmaya fırsat bulamayan iktidar; her geçen gün güvenirliğini yitirmesine karşın, halkımız geleceğe ilişkin umutlarını yitirmiyor.

Aynı halk gözü gibi koruduğu umutlarının bu yönetim anlayışıyla gerçekleşemeyeceğini de görüyor.

Açıkça yönetilenler, yönetenlerden memnun değil.

İşte asıl sorun da burada başlıyor.

Bizi kimlerin yönetmesini istiyoruz?

Bir ülkede iktidarın oyları düşerse, iktidar adayı siyasi partinin oylarının yükselmesi gerekir.

Ancak ilginçtir bizim ülkemizde memnuniyetsizlik tavan yapmışken, halkın “işte benim iktidarım” diyebileceği bir siyasi ortam oluşmuyor.

O zaman yapılması gereken; halkın tüm haksızlıklara, hukuksuzluklara, yolsuzluklara, açlığa, işsizliğe rağmen diri tutmaya çalıştığı umudun örgütlenmesidir.

Bu da öyle yapay ittifaklarla, seçim iş birlikleriyle olmuyor.

İnsandan, emekten, doğadan, özgürlük ve demokrasiden yana tüm devrimci, değişime istekli güçlerin oluşturacağı demokrasi platformu ancak kurabilir böyle bir birlikteliği.

Sermayeye karşı emekten, savaşa karşı barıştan, nefrete karşı sevgiden yana herkesin kendi özgür iradesiyle oluşturacağı bir demokrasi bloğuna ihtiyaç var.

Yeni, yaratıcı eylem biçimlerine, halka dokunan, yurttaşına sahip çıkan politikalara, emeği ve hukuku önceleyen projelere gerek duyduğumuz şu günlerde kimsenin böyle bir sorumluluktan kaçmaya hakkı yoktur.

Gençlere daha büyük görev düştüğü gerçeğinden hareketle, kadınların ön saflarda yer alacağı bir barış ve demokrasi hareketini başlatmak görevi yine bizzat halkın kendisine düşüyor.